Loading...

Yolda olmak, varmaktan iyidir.

Haluk Çobanoğlu

Blog Featured Image
Beat kuşağının Zen’in muhtevası üzerine kafa yorduğu bu günlerde ; ABD Beat kuşağının bilinen isimlerinden Lucien Carr’ın evinde verdiği bir partide, İsviçreli bir fotoğrafçı olan Robert Frank, Fransız kökenli bir Kanadalı olup da, Amerika’ya yerleşen yazar Jack Kerouac ile karşılaşır. Bu karşılaşmanın tarihi, aynı zamanda Jack Kerouac’ın ünlü romanı ”On The Road” Yolda’nın yayınlandığı 1957 yılının Eylül ayıdır. Bu partide Robert Frank, Jack Kerouac’a yayınlamaya hazırladığı fotoğraf albümü “ The Americans”/Amerikalılardan bahseder ve bu kitabı için bir önsöz yazmasını ister. İkili tekrar görüşmek için sözleşirler. Kararlaştırdıkları gibi, vakit geçirmeden tekrar buluşurlar. Bu buluşmayı sonradan, o dönem Jack Kerouac’ın sevgilisi olan Joyce Johnson, şöyle hatırlayacaktır. “Robert Frank, elinde içinde fotoğrafları olan birkaç kutu ile birlikte Viking Press yayınevinde geldi. O, yıllardır Amerika’yı baştan başa dolaşıp, fotoğraf çekiyor ve bu fotoğraflardan oluşan ‘The Americans’/Amerikalılar adlı bir fotoğraf albümü yayınlamak istiyordu. Ayrıca Jack’in de bu kitaba bir önsöz yazmasını umut ediyordu. Robert Frank benden de fotoğraflarına bir göz atmamı rica etti. Elime aldığım ilk fotoğraf bir yol fotoğrafı idi. Bu ülkenin batısında bir yerde, bir yol fotoğrafı idi. İlk düşündüğüm şey ; bu yol’un, Jack’in yolu olduğuydu!”

Bu karşılaşma ile başlayan dostluk, her iki taraf için de zihin açıcı oldu; birbirlerinden etkilendiler. Jack Keruoac, 1947 ve 1950 yılları arasında, dört bölüm halinde tüm ülkeyi baştan başa; kah araba kah otobüs çoğu zamanda da otostopla kimi zaman da yük trenlerinde kaçak yolculuk yaparak gezmişti. Öyle ki iki eser dikkatle karşılaştırılırsa, On The Road romanının bazı bölümleri sanki Robert Frank’ın fotoğraflarının bir okuması veya “The Americans” kitabındaki fotoğrafların alt yazısı olabilecek kısa, çarpıcı pasajları içermekteydi. Bu bölümler, Jack Kerouac’ın ABD’yi boydan boya arşınlarken gördüğü manzaranın tarifini içeren basit ve net cümlelerdi. “On The Road” ve “The Americans” sanki farklı güzergahlarda birbirini tamamlamak için düşünülmüş ve yapılmış ; iki ayrı iş gibiydiler. Bu beni sıkça şaşırtır ; ne zaman bir Jack Kerouac kitabına ya da Allen Ginsberg’in bir şiirine el atsam; acaba bir Beat metni mi okuyorum yoksa Robert Frank’in Amerika fotoğraflarına mı bakıyorum babından halüsinatif haller yaşarım.

Robert Frank ile Jack Kerouac, birbirlerini hemen anlamış gibi görünüyorlardı. Kurdukları bağ zaman içinde kuvvetlenirken, birbirlerinin farklı yönlerini ; görmezden gelebilmişlerdi. Robert Frank, Jack Kerouac’ın mistizmine takılmış giderken; Kerouac’taki diğer Beat kuşağı üyelerinin tam tersi bir durum olan, bu Amerikancı ruha pek takılmıyordu. Kerouac da Frank’ın “ The Americans” kitabının fotoğraflarını oluşturan serideki Amerikan hayat tarzının ağır sayılabilecek eleştirisine hoşgörü ile bakabiliyordu. Robert Frank’ın fotoğraflarında yer alan konular itibariyle; ülkesindeki materyalist anlayış ile ırkçılığa ve sistemin yozluğuna işaret edilmesini, insanların çaresizliklerinin gösterilmesini, ülkesinin “manevi” değerlerine karşı bir saldırı olarak görülebileceği aşırı bir yoruma sapmadı. Sonuçta her iki adam da artık kendi ülkeleri(ki o tarihlerde, Robert Frank henüz ABD vatandaşı değildi) olarak gördükleri; bu engin coğrafyayı anlatmak için yola revan olmuşlardı. Her ikisinin de sanat yapmak, sanatçı gibi görünmek gibi dertleri yoktu. Kendi hikayelerini, bildikleri gibi anlatmaya talip, kendi hallerinde insanlardı.

Bugün yapıtlarının yayınlanışının üzerinden uzun yıllar geçmiş olmasına karşın her ikisi de ülkelerinde Amerikan anlatısının son öncüleri, son mitik öykücüleri olarak anılmaktadır. Geride bıraktıkları evrak-ı metruke ise tüm dünyada edebiyat ve fotoğrafın tarihsel iki zirvesi olarak kabul edilmektedir. Onlar müthiş bir iyimserlik ve “boş bir zihinle” yola çıkmışlardı. Zen ustası S.Suzuki’nin işaret ettiği gibi “Başlangıç ruhu ya da açık zihnin önünde geniş bir yelpaze vardır. Deneyimli zihin ise bildiğini düşünür.” Kısıtları yoktu ve arıyorlardı. Ne geldikleri yer, ne de varacakları yer konusunda bir şüpheleri yoktu. Esas olanın yol olduğunun “farkındaydılar”. Bir Zen şiirinde anlatıldığı gibi…

Adım adım

-duraksayarak kimi zaman-

yürüyorum

hiçbir şey ve hiçbir yer arasındaki köprüde…

Robert Frank ile Jack Kerouac’ın başlattığı dostluğa; sonradan fotoğrafa meraklı bir Beat şairi olan Allen Ginsberg de katıldı. Şair Allen Ginsberg ile yazar Jack Kerouac, Zen ile yoğurmaya çalıştıkları kendi felsefelerinden esinlenerek; Robert Frank’in fotoğraflarına yorumlar yapıp, estetik önerilerde bulundular. Örneğin Allen Ginsberg, Robert Frank’e “İlk aklına gelen en iyisidir; ikincisinde an kaçar gider” diyerek “an fotoğrafı”nın önemini, bilerek ya da bilmeyerek bir kez daha vurguluyordu. Jack Kerouac da Robert Frank’e, “hareket çünkü biz sürekli hareket ediyoruz” diyerek; Robert Frank’in en yalın haliyle günlük hayatı fotoğraflamasına fikren destek veriyordu. Fotoğraflar net olmayabilirdi; ne önemi vardı, hayatımız kadar net olmaları yeterdi! Kuvvetle muhtemel, bunu yaparlarken Henri Cartier-Bresson’un konuya yaklaşımından da hiç haberleri yoktu. Yakın bir tarihte, Magnum haber ajansının kurucularından olan Fransız fotoğrafçı Henri-Cartier Bresson, ünlü The Decisive Moment /“Karar anı” adlı geniş yankı uyandıran makalesini; hem Fransa’da hem de 1952’de ABD’de yayınlamıştı.

Geçmişte Willem de Kooning ve Franz Kline gibi soyut ekspresyonist ressamlarla çalışan Robert Frank’ın fotoğrafları kimi zaman bu kişisel mirasının izini sürüyordu. Konuları kimi zaman arkadan fotoğraflanmış, dengesiz ama dinamik, hatta netliği kaçmış; kimi zaman da ışığından dolayı fazlaca karanlık ya da aydınlık olabiliyordu. Robert Frank, sıkı bir resim geçmişi olmasına rağmen bir yanı ile de hiç de “estetik olmayan”, ancak üzerinde durup düşünülmeden geçilemeyen fotoğraflar üretiyordu. Onun fotoğrafları, klasik fotoğrafın arayışlarının tam tersine “yeniden” sorular üreten fotoğraflardı. Bu tam da Zen felsefesinin kafasına uygun bir şapka idi…



Bu metin Haluk Çobanoğlu’nun “Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz?” adlı kitabının “ Yolda olmak, varmaktan iyidir!” bölümünden alıntılanarak yayımlanmıştır.