Loading...

Arabesk - Göçmen Bir Ruh Hali

Haluk Çobanoğlu

Blog Featured Image
Arabesk: Musikide Arap stiline benzetilmiş, iç içe giren nağmelerle yapılmış bir müzik türü.

19. yüzyılın sonu itibariyle modernitenin katı yüzünü gösterdiği ve sistematik düşünme biçimlerini dayattığı bir atmosferde, arabeskin iç içe geçmiş çok sesli tınısı ve Osmanlı musikisi ile birlikte farklı kültürlerden seslerle de bezeyerek oluşturduğu harmoni, Cumhuriyet elitleri tarafından kültürel bir norm ve değer olarak kabul görmekte zorlandı. Yaşadığımız toprakların imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde, bir kadim kültürün mirasının toptan reddi ve kültürel olarak yok sayılanın yerini tutabilecek düzeyde tutarlı “yeni” bir şeyin konulamaması sorunsalı, zaman içinde toplumsal bir hafıza kaybına neden oldu. Bu hafıza kayıplarının en belirgin yaşandığı alanlardan biri de kuşkusuz müzikti.

Cumhuriyetçi reform süreci olarak adlandırılabilecek bu süre zarfında Eski İstanbul Konservatuvarı’nın doğu şubesi kapatıldı. Ömrü kısa sürüp, uygulama tepkilere yol açsa da; abartılı bir karar ile 1934’te Türk Sanat Müziği’nin radyolarda çalınması yasaklandı.

Bir grup insanın kendi halkına ve kendi kültürüne, düşünsel olarak bir “ecnebi” gibi davranmayı tercih etmesi, Tanzimat’tan beri yaygınlaşan ve modernleşme sürecinin sancısı olarak nitelenebilecek şaşkın bir ruh haliydi.

Yine 1930’lar Türkiye’sinde, bol Arapça sözlü şarkılarıyla ünlü Mısır sinemasının, Türk sinemasını derinden etkilediği biliniyor. Belli ki halk bir yerde kaybettiği duyguyu başka bir yerde arıyor ve buluyor. Seyirci bu “acıklı” filmlerde kendisine sunulan müziği, radyolardan sunulan çok sesli batı müziğine tercih etti. İzleyen yıllarda bu olgudan ziyadesiyle beslenen Yeşilçam sineması 1980’lere değin, söz konusu bu kültürün en önemli taşıyıcısı oldu. Televizyondan önce memlekette sinemanın yaygınlaştığı düşünülürse, arabesk şarkılı melodramlar, televizyon yayınlarının başlamasının öncesinde halkın bilincinde kalıcı bir iz bırakmıştı.

Bu ilk reform süreci sonrasında, her türlü meseleyi batılılaşmaya yönelerek çözme gayretinin yarattığı hızlı ve dışa bağımlı kalkınma çabası; 50’li yıllardan itibaren Anadolu insanının yaşadığı topraklardan ayrılarak, köyden kente, hatta yurt dışına gurbete çıkmasına neden oldu. Göçmenler gittikleri yerlerde yaşadıkları ezici ve hızlı değişim sürecinde ayakta kalabilmek için kendi karşıt yaşam kültürlerini inşa ettiler. Arabesk, işte bu yeni kimlik arayışında ortaya çıkan bir alt/karşıt kültürdü.

Kabul etmek gerekirse arabesk parçaların önemli bir bölümü; kişiliğini tamamlayamamış, acı çekerken bile kendi egosunu yücelten, düşündüğü ile eylemi arasındaki boşluğu, kendine söylediği acıklı yalanlarla dolduran, kendisi ile yüzleşemeyen “göçmen” bir ruh halini yansıtır. Çoğunlukla bu ruh halini koruyarak; büyük şehirlere göçenler, yaklaşık on yıl içinde şehre karşıt kültürleri ile “uyum” sağlamanın ötesinde, şehre hâkim olmuşlar ve Türk modernleşmesinin çarpık bir “yan ürünü” olan bir alt kültürü, hakim bir popüler kültür haline getirmeyi becerebilmişlerdi. Bu noktadan itibaren arabesk, artık sadece bir müzik türü değil, ülkenin yeni yaşama biçimi olarak anılmaya başlandı. 


1970’lerin günün politik söylemine uygun olarak isyankâr bir dil taşıyan arabeski; 1980’lerde müzik endüstrisinin lokomotifi olarak uysal bir karaktere bürünmeye başlar. Artık devlet katında itibar görmektedir. Hatta bir devlet kurumu, meşhur bir arabeskçiye “acısız” bir arabesk şarkı siparişinde bulunur! *Şarkı bestelenir…

2000’li yılların arabeskçilerinin çoğu ise artık kendilerini, tarifi onlarda saklı “fantezi müzik yapan sanatçılar” olarak görmekte ve arabesk lafından nefret etmektedir. Onlara göre ülkenin müziği evrilmiş ve arabesk müzik geçmişte kalmıştır. Sonuçta evrimine bakılacak olursa, bir meydan okuma, bir protest müzik olarak ortaya çıkan arabesk bugüne değin, önceleri kendisinden beklenilmeyen ölçüde, yaygınlaşıp, değişip “kurumlaştı”. Şimdi, kurumlaşan her şey gibi; dejenerasyon çanı onun için de çalıyor!

Türkiye için arabesk, bir müzik türü olmasının ötesinde anlam taşır. Bu aşamada, “Her müzik türü, toplumun bütününde var olan çelişkilerin ve gerginliklerin izini taşır,” diyen düşünür Adorno’ya hak veriyoruz. Konuya bu açıdan bakıp, müziğin bir coğrafyanın, bir ülkenin sesli ve sansür edilemeyen tarihsel mirası olduğunu varsayarak, dokuz yıldır arabesk müziğin izini süren bu fotoğraf projesinde, söz konusu dünyada yitip gidenin ve değişenin izi sürülmeye çalışılmıştır.

*Kültür Bakanlığı 1989 yılında Hakkı Bulut’a bir şarkı siparişinde bulunur. “Seven Kıskanır” isimli bu çalışma daha sonra “acısız arabesk” mottsuyla ve devletin tasarladığı yeni bir müzik formu olarak anılır.