Loading...

Afrika - Gerçek mi Rüya mı?

Özkan Özmen

Blog Featured Image
Vahşi yaşamı, özellikle Afrika gibi dünyanın en özel bölgelerinden birinin tarifini ancak bu şekilde yapabilirim. Gerçek ve gerçek dışı arasında gidip gelen kareler ve anlar. Ve o unutulmaz kesif koku...

Uzun sapsarı otların arasından, patilerini özenle seçtiği yerlere yavaşça yerleştirerek, kulakları arkaya yaslanmış ve gözleri hedefe kitli bir şekilde ilerliyor. Rüzgâr da kendi yönüne doğru esiyor. Artık mesafe tam on metre. Karın kısmı yere değecek kadar alçaldı ve usulca mesafeyi yedi metreye kadar düşürdü. Babunlardan biri onu görüp alarm çığlığını atsa da artık her şey için çok geç. Bir sıçrayışta impala ile aralarındaki mesafe bir kılıç boyuna düştü. Şu an görülen tek şey, bembeyaz bir toz bulutu. İmpalanın son nefesiyle yerdeki toz taneleri son bir kez ileri geri gidiyor.

Ve sessizlik... Aslanın soluk soluğa kalmış bedeninin tek belirtisi, sık sık şişip inen karnı. Günlerdir susuz olduğu için dili dışarıda ve yavaş yavaş birazdan parçalayacağı bölgeyi yalamaya başlıyor.

Yırtıcıları, özellikle de kedileri bu kadar ilginç kılan şey genlerimize işli avcı toplayıcı atalarımızın bıraktığı genetik mirasta saklı. Çocukluğumdan beri izlediğim belgesellerin, içimdeki merak duygusunu beslemeye yetmemeye başladığını fark ettim ve vahşi doğa yolculuğum bu şekilde başladı.

2012 yılında Afrika savanı ile tanıştım. Sabah çıktığımız ilk safaride her şey o kadar masalsıydı ki, gördüğüm her canlının gerçek mi, yoksa ilüzyon mu olduğunu ayırt edemiyordum. Beşinci günün sonunda, doğada pek sık rastlanmayan bir hadise tam önümüzde gerçekleşmeye başladı. Lider dişi aslan, pençelerini hem cinsi bir bufalonun bacaklarının üst kısmına geçirmiş, bufalo sürüsünün diğer bireyleri de aslana karşı savunma yapmak için hazırlanmışlardı.

Ancak, bir terslik vardı. Pençelerden kurtulmaya çalışan dişi bufalo, takatsiz görünüyordu ve pes etmek üzereydi. Karın bölgesinin normalden epey büyük ve sarkık olduğunu fark ettiğimizde, bufalonun hamile olduğunu ve doğum sancısı çektiğini anlamıştık. Normal şartlarda dişi bir aslan asla 800 kiloluk bir bufaloyu tek başına durduramazdı. Aslanların birçoğu av sırasında aldıkları boynuz ve tekme darbeleri sonucu yaralanır, sakat kalır ya da ölür. Ama bu kez durum farklıydı.

Bufalo sürüsünün koruyucu askerleri bir iki denemeden sonra vazgeçip, arkadaşlarını ava katılan diğer aslanlara bırakıp, yavaşça olay yerinden uzaklaşmaya başladılar. Hamile bufalo artık nefes almıyordu. Sürü liderinin, yavruların da ziyafete katılmaları için yaptığı çağrıdan 5 dakika sonra benekli ve yaklaşık 2 aylık yavrular çalıların arasından belirdi. Aslanlar yavaş yavaş bufalonun karın bölgesini açmış, sinekler açıkta kalan organların üstüne üşüşmüştü.

İşte tam bu sırada kavurucu sıcağın ve rüzgârın etkisiyle yayılan kesif koku, beni gördüğüm her şeyin tam anlamıyla gerçek olduğuna ikna etti. Kokunun zihinde bıraktığı etkiye ve hafızadaki derinliğine dair birkaç yazı okumuştum. Ve belki de izlediğimiz belgesellerde koku duyusunu kullanmadığımız için, beynim böylesine bir farkındalığı ilk kez bir gerçeklik olarak algılamıştı. Vahşi yaşamı, özellikle Afrika gibi dünyanın en özel bölgelerinden birinin tarifini ancak bu şekilde yapabilirim. Gerçek ve gerçek dışı arasında gidip gelen kareler ve anlar. Ve o unutulmaz kesif koku...

Fotoğrafçılık serüvenime Afrika'nın farklı bölgelerinde devam ettim. Kenya, Kruger, Kalahari ve Etosha. Bütün bu bölgelerde aynı türlerin davranışlarının ve beslenmelerinin birbirlerinden tamamıyla farklı yönlere evrilmiş olduğunu gözlemledim. Coğrafi ve iklimsel değişiklikler, hayvanların davranışlarını şekillendiren en önemli etkenler arasındaydı. Etosha'daki Aslan ile Kenya’daki aslan aynı türden olsalar da vücut yapıları, avlanma teknikleri ve hatta sürüdeki birey sayıları bile farklıdır. Bu farklar hiç şüphesiz fotoğraf karelerine de yansıyordu.

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Afrika sadece yırtıcılarla özetlenemez ve vahşi yaşama indirgenemez. Birçok gezgin, kedileri bulmaya çalışırken, etraftaki inanılmaz güzellikleri ve sahneleri ıskalayabiliyor. Oysa savandaki bir karga bile, sabırlı bir fotoğrafçı için çok özel kareler sunabiliyor.

1950 yılında beş yüz bin civarında olan aslan nüfusunun, iki binli yılların başında yirmi beş bine düştüğü tahmin ediliyor. Dünyanın her geçen gün bozulan doğal yapısını hesaba kattığımızda, insana karşı direnen bu güzel coğrafyada, fotoğraf çekmek bir yana, sadece bulunabilmek bile çok özel hissettiriyor.