Loading...

31 Ağustos Oslo

Nevzat Çapalov

Blog Featured Image
31 Ağustos Oslo, ismiyle müsemma bir film. Filmi, Norveç Oslo’da geçen 24 saatin varoluşçu ve nihilist bir felsefeyle izdüşümü ya da filmin karakteriyle kişisel retrospektif bir modern zamanlar yolculuğu olarak nitelendirebiliriz. Filmin açılış sekansında Anders’in kişisel hayatından ve geçmişinden iz düşümlerle masalsı bir başlangıca tanıklık ediyoruz. Bu sekansı Anders’in(Ve Oslo’nun) geçmişine bir yolculuk, Anders’in kişisel nostaljisi ve melankolisi olarak duyumsuyoruz. Yine bu sekansın ‘her saniyesinde yaşamın ölüme yakınsadığını bildiğimiz hayat düzleminde’ nostalji ve melankoliyi kolektif bilinçdışında da çağrıştırdığı söylenebilir.

Nostaljik sekans, 2000 yılında Oslo şehrinde simgesel bir bina olan Philips’in üzerine yerleştirilmiş olan aktüel kamerayla binanın kontrollü yıkılış anına tüm trajikliğiyle tanık olduğumuz bölümde son buluyor ve masalsılık yerini gerçekçiliğe bırakıyor..

Filmde özdeşim kurduğumuz protagonistimiz olan Anders, bir klinikte gördüğü uyuşturucu tedavisine ara verip bir süreliğine Oslo’ya, şehre dönüyor. Biz de film boyunca onun melankolik gününe özdeşim kurarak tanık oluyoruz.

Trier’in kamerasında Oslo, adeta Anders’in kusuyor ve hazmedemiyor. Anders’in hazımsızlığı ise Oslo’yu çoktan aşmış, yaşamın bütününe karşı bir yabancılaşma noktasına ulaşmış.

Hayatta uğruna adanılabilecek pek çok hedef olabilir. Anders ise zamanla adeta kamusal alana ait bir konsensüs haline dönüşerek yüceltilen bu hedefler, hayaller ve değer yargılarına oldukça yabancı ve tümden bir reddiye ile dönüşü olmayan bir yola çoktan girmiş…

Anders’in ikilemini bu sistemde nasıl var olunacağını bilememesiyle veya bunu becerememesiyle açıklamak zor. Anders formülü bildiği halde uygulamayan azınlıktan. Kafasının dikine giden biri, ölüm gibi korkunç bir ihtimale rağmen yaşama meyletmeyen dik kafasının tam dikine. Kalbine dolan yoğun melankolinin de etkisiyle, toplumsal kabullerin tam zıt yönüne.

Norveçli yönetmen Joachim Trier’in ilk ve ses getirici uzun metrajı “Reprise”ın ardından 2011 yılında çektiği ikinci filmi olan “31 Ağustos, Oslo”, kadife eldivenlerle kamufle edilmiş stilize yumruğunu midemize sert biçimde indiriyor ve melankoli ve karamsarlığın baskın olduğu duygu durumlarını daha da karmaşıklaştırıyor bize modern yaşamı sorgulatıyor : ‘Varoluş bu kadar sancılı ve karmaşıkken, yok oluş neden sanıldığı kadar zor olsun ?’